Bilgi’nin Bilinç’e/Malûmatı’ın Hikmet’e İnkılâp Etmesi


Şu an içinde bulunduğumuz çağa bir çok adlandırma yapılmaktadır. Bunlardan biri de: ‘’Bilgi ve Enformasyon Çağı’’ 

Hakikaten genel ölçekte kendimize ve hayatımıza bakacak/okuyacak olursak, bilgiye çok kolay ulaşabildiğimizi fark ederiz. Ciltler dolusu bilgilere bir tuşla ulaşıyoruz. (!) 

Hatta o kadar ki bizden bağımsız dünyanın bir tarafında bizle alakası olmayan bir olayı dahi “güncel bilgi” yaftasıyla “bilgi avcıları” olarak hemen kapıveriyoruz. Evet bilgiye çok çabuk ulaşıp “bilgi sahibi” oluyoruz. Peki bu kadar bilgiye çok çabuk ulaşılan bir çağda, her şey (!) bilinmesine rağmen bilinç, yani o bilginin bize yüklediği sorumluluk (içselleştirme) neden aynı oranda gerçekleşmiyor?  

Olması gereken bilgiyle birlikte bilincin de kemâle ermesi, yani, alınan bilginin hayatımızı boyaması değil midir? 

Evet, olması gereken bu iken hayatımız “renksiz bir renklilikle” donanmış durumda. O vakit burada yanlış giden bir meselenin idrâkinde olmamız gerekir. Bilgi olduğu halde bilinç olmuyor ise bu bilginin sadece bilgi düzeyinde kalmasının bir neticesidir. Bunun yararı ise bir sınavda doğru cevabın hepsini bilip yapmamak ne kadar işe yarar ise o kadardır. Etrafa soruların doğru cevaplarını söyler lâkin kendisi sınavda yapmamıştır, neticede burada iğreti bir durum vardır. 

Anlamış olduk ki bizlerin bu asırda bilgiyi elde etmekte zorluğundan ziyade, bilginin bilinç hâline gelmesi ve hayatımızı boyamasıyla alâkalı bir sorunumuz var. Doğum sancısı misali.

 Allahuâlem salt bilginin ve bunun dedikodusunu yapmanın lezzeti ve bunun yanında, bilinç düzeyinde nasıl bir sorumluluk alacağımızı bilmemiz, emaneti yüklendiğimizin farkında olunması, bu meseleye olan iştiyakımızı kırıyor ve ne yazık ki bilinç olmadığı için bilgi sadece yükten ibaret kalıyor. Bizlerin bu ikaza muhatap olmamak ve böyle bir derekeye düşmememiz için ne yapıp edip bilginin bilince tebdili için gayret göstermeliyiz. Bilginin/ilmin bizleri sarhoş etmesinden evvel ihlas ile amel etmenin niyet ve niyazında olmalıyız.  

Lâkin şunu itiraf etmek gerekir, ilimin amele tebdili kolay bir iş olmadığı gibi sadece amel etmenin hatta amel edenin (hayrın) de direk biz olmadığı ve amel etmenin de yeterli olmadığını bilmemiz gerekir. Burada Efendimiz’in (asm) bir hadisini aktarmakta fâide var;  

“İnsanlar helâk oldu; âlimler müstesna. Âlimler de helâk oldu; ilmiyle amel edenler müstesna. Amel edenler de helâk oldu; ihlâs sahipleri müstesna. İhlâs sahiplerine gelince, onlar da pek büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar.”

Sağânî, Mevzûât, 39; Aclûnû, Keşfü’l-Hafâ, II, 433 Hadis No: 2796 ; 2/280 no: 2795

Görüldüğü üzere amel etmek dahi yeterli değil. Hatta, ihlaslı olmak dahi yolun kıldan ince kılıçtan keskin olduğu tehlikesini garanti altına aldırmıyor. Yılanın derisinden kurtulması misali can acıtan bedel ödettiren bir yol bu esasında.  

Bir misal ile meselenin ehemmiyetini daha iyi idrâk etmeye çalışalım; demirin şekil alabilmesi için çok yüksek santigrat derecelerde ısıtılır, sonra ise örse yatırılıp şekil aldırılır. Yakılmadan ısıtılmadan demire  şekil verdirilmeye çalışılırsa “çok ses çıkar” ve sadece kulağa zarar vermekten başka bir işe yaramaz.  

İlim, gönül ocağında ısıtılıp, vicdan örsünde dövülmediği müddetçe çok ses çıkar ve kulakları ağrıtır.  

Birde son olarak nasıl çay demlenir? Onu anlatıp kelâmı kemâle erdirelim. 

Çayın hazır hâle gelmesi iki aşamalıdır; çayı demleyeceğimiz vakit tabii ki evvel abdest alınır. 

Sonra çayı demleyeceğimiz demliği daha önce çay demlenmiş ise temizleriz (tezkiye), daha sonra su kaynatılır, o sırada temizlenmiş demliğe çay konur ve sonra çay güzelce yıkanır ki tortularından arınsın, (ilimin budanması, artıkların atılması) çay yıkandıktan sonra su kaynatılmış olur ve suya çay eklenir. (takviye). 

Daha sonra çayın “demlenmesi” için beklenilir, (işte bu süreç biraz sancılıdır,’’demlenme süreci’’)  

Eğer bu beklenme sürecinde çayın demlenmesi beklenilmeden, acele edilip çay içilmeye çalışılır ise çay, ham olduğu için karın ağrıtır, aynı zamanda “çayın bozulması” dediğimiz hadise vuku bulmuş olur ve çay bozulduktan sonra demlenme işlemi tam kemâle ermez. (ilimin alınıp, demlenmeden kusulması). 

Ama sabredip güzelce beklenmiş ise işte çay kemâle ermiştir ve çay demini almış içilebilir bir hale gelmiştir (Tavsiye). Çaydan anlayan çay tiryakileri/ehl-i hikmet, çayın bozulduğunu veyahut tam demlendiğinizi anlar ve onlara çayı ikram etmene gerek bile kalmaz onlar talep eder (hâlin konuşması). 

Son olarak; coco de mer ağacanın meyve vermesi için 40 yıl büyümesi gibi, belki bu kadar kelâm aşağıda ki hakikat için yazılmıştır… 

Kısaca ve vecizane bilginin/malûmatın, bilince/nura-hikmete dönmesi nasıl olur?


“Âfakî malûmat nefse geldiği vakit, enede bir musaddık görür. O ulûm, nur ve hikmet olarak kalır. Zulmet ve abesiyete inkılâb etmez.”

Risale-i Nur, Otuzuncu Söz, Birinci Maksat

Sedat Kurt