Dem..
Elinizde tuttuğunuz bu dergi, inkılapvarî bir hareketin tohumlarını gönül topraklarımıza ekmek duasıyla hazırlanmıştır.
“Edebiyat Buluşmaları” adı altında yaptığımız muhabbetlerinde ve “Edebiyat Okumaları” ‘nda gönlümüzü bir sıcaklık sarıp sarmaladı.
Baktığımız, işittiğimiz, okuduğumuz her kelime, bu sıcaklık ile damarlarımıza karıştı ve bu dem şu dünya çölünden gelip-geçen bir yolcu olan bizleri zamanın ve mekânın zahiri görünümlerinin ötesine taşıdı. En adi sıradanlıkların bile kabuğunu eriten bu sıcaklık, nazarımızın değdiği her şeyde bin bir hayreti dem ve damarlarımıza karıştırdı. Gündüzün renkleri, gecenin karanlığı bu edebiyat âleminde masalsı bir anlam kazanıverdi. Artık pastel renklerin sabahına uyanır olduk. Bütün bu kabuk kıran, bizleri bambaşka âleme taşıyan sülûkumuzdan “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” kaidesince sizlere de kan kaynatan kelimeler toplayıp getirmek; bu ilahî sofraya sizleri de davet etmek istedik. Sizsiz ruhumuzdan geçmedi kelimeler.
Gelin bu yolculuğu daha iyi hissetmek niyetiyle beraber bir masala misafir olalım.
“Gecenin zifiri karanlığını üzerime çekip uyku denilen yarı ölüme karıştığım bir anda omzumda sıcak bir dokunuş hissettim. Bu sıcaklıkla gözlerimi geceye açtım. Bütün gariplikler işte bu anda başlamış oldu. Gözlerim geceye açılmıştı ama hâlâ uykudaydım. Göz kapaklarım kapalıydı ama görüyordum… Omzuma dokunan sıcaklığın kaynağı, sanki ateşe girmiş, yanmış, ama yok olmamış; ateşe karışmış, ateş olmuş bir kelimeydi. Bu kelime bir pervane misali tepemde uçuyor ve odamın zifiri karanlığına gündüzün aydınlığını taşıyordu. Bir kez daha tenime yaklaştı ve içimi ürperten sıcaklığıyla şah damarıma kondu gözlerim hâlâ kapalı, bedenim uyku hâlinde yatağın cansızlığından farksız bir hareketsizlikle uzanıyordu.
Sanki bu kelimenin ilk dokunuşu ile uyandığımda bedenimin dışarıdan seyreden bir nazar kazanmıştım. Adeta gözsüz görüyordum ama nasıl?
Kelime bir anda yakıcı sıcaklığıyla şah damarıma girdi ve ruhumun elinden tutup bedenimin dışına çıkardı. İlk dokunuşta uyananın cesedim değil ruhum olduğunu o ân da anladım. Artık nazarım ruhumdan seyrediyordu odamı. Kelime, bir anda kitaplığa doğru yöneldi. Bir romana yaklaşıp durdu. Arkasına dönerek bütün nuruyla ruhuma gülümseyip romanın kapağını aralayıp içine daldı. Bense dona kalmış, ruhumda şaşkın bir ifadeyle bütün bu olup bitenlere bir anlam bulma çabasındaydım. Rüya değildi yaşadıklarım ama herkesçe bili nen maddi gerçekliğe de ait değildi. Olsa olsa binlerce âlemden bir âlemin, kendine özgü hâl ve tavrıydı.
Şaşkınlığım, bir şiir kitabının içinden çıkan başka bir kelimeyle dağıldı. Bu kelime, elimden minicik parıltısıyla tutup odamın yarı açık penceresinden “Ruhumu Kendimi” dışarıya çıkardı ve bir anda elimi bıraktı, ilk başta beni havada tutan şey bu kelime sanmıştım bırakınca dü şerim korkusuyla bir anlık refleksle gözlerimi kapattım. Fakat hâlâ havadaydım…
Demek ki beni yerçekimine mağlup edip, aşağıların aşağısına çeken be(de)nimmiş. Ondan sıyrılınca böyle garip bir diyara kapı açtı, hayatım. Kelime, hava zerrelerinin üzerinde bir sağa bir sola raks edip, harflerinden karanlığı okşayan huzmeleriyle önündeki ağaçlık tepenin zirvesine doğru yol aldı. Bende onu kaybetmemek için peşinden gittim. Çünkü etrafımdaki ağaçları, önümdeki tepeyi, çevremdeki şeyleri/nesneleri ondan süzülen nur ile görüyordum. O, önde ben arkada tepenin zirvesine ulaştık. Bir gariplik daha ki tepenin ardında kalan kurak arazinin yerinde büyük bir ırmak vardı. Demek ki adını sanını bilmediğim bu âlemde mekanlar dahi maddî dünyamızdan farklıydı. Kelime bir anda suya yöneldi. Sönüp gider zannıyla onu tutmak için uzandım. Ama elimden süzülüp suya karıştı. Ama sönmedi. Aksine bütün su damlacıkları, onun aksiyle nurlandı. Irmak, adeta arza düşmüş güneş gibi sarardı. Bense suya doğru uzanmışlığım devam ettiği sırada suda ruhumun aksini gördüm. Güneş gibi parıldayan, nurunu etrafa saçan suyun üzerine düşmüş bir karartıydı, ruhum. Âlemimi karartan yalnız bedenim değilmiş demek. Ruhumda karanlıktan payını almış, aldan mış… Tam bu anda damlalara karışmış kelime harflerini uzatarak, ruhumu yakalayıp suya çekti. O an da bedenimden sıyrılınca kanmış olduğum hafiflik, bin kat daha arttı ve ruhu- mun karanlıkları dağıldı. Kelime, bu sefer beni tutup suyun dışına çıkardı. Hafiflemiş, sanki hiçlikten bir pay almış gibiydim. Nazarımı etrafa çevirdim her şey yerli yerindeydi ama hiçbir şey eskisi gibi değildi. Bütün âlem birer kelimeye dönüşmüştü. Ağaç, bir kelime, taş, bir kelime, toprak, bir kelime olmuş etrafını aydınlatıyor; her biri bir şeyler fısıldıyordu…