Uhrevî Dirlik

 Gönül, gelen telefonla yakın bir tanıdığını kaybettiğini öğrenir. İlk cenaze evine ardından da defin için mezarlığa götürülür. Defin sırasında bir anda fenalaşır ve gözünün önü kararır. Biraz kendine geldiğinde sanki bir düş görür gibi olur, her şey sinema perdesi, oradaki insanlar ise yalnızca birer aktörmüşçesine sahneler önünden birer birer geçmeye başlar…

 Yüzüne yüzüne rüzgâr esmekteydi. Bir anda kendi ölümünün gerçekleştiğini görmeye başlar Gönül. 

 O anda mekândan, insanlardan, bedeninden ve bütün her şeyden birer birer sıyrıldığı için etrafta olanları/konuşmaları çok daha rahat bir şekilde duyabiliyor/izleyebiliyordu. Defin gerçekleşirken insanlardan dünyalık kokusu yayıldığını hissetmeye başlar. Kimisi rızık peşinde; “Hadi artık biraz acele edin dükkân kapalı.” kimisi temizlik derdinde; “Daha ev temizleyeceğim, yemek yapacağım.” daha neler neler…

 Defin gerçekleştikten sonra Gönül’ün durgunluğunu fark edenler, yanına gelip konuşmaya çalışınca O, gördüğü düşten uyanır gibi oldu. Bir yandan gördüğü düşü belli etmemeyi ister fakat etkisinden de çıkamaz.

 Bir anda karşısında bir dede belirir ve İmam Gazzâlî’nin şu sözünü söylemeye başlar; “İnsanoğlu o kadar dünyevileşir ki, mezar kazan bile öleceğine inanmaz.” Ardından Gönül’ün ne düşlediğini anlayarak şöyle devam eder sözlerine; “Ölmeden önce ölmek, dünyadan-sahteliklerden sıyrılmak, Hakk’la buluşmak demi istediğin/düşlediğin? Neden duruyorsun Hakk’ı arasana. Hakk her yerde; ölümde, dirilişte, en çok da sende…”

 Uzun bir sessizlikten sonra Gönül, dedeye şu soruyu sormadan edemez; “Ölüm neydi peki? İnsan, sadece mekândan mı eksilendir?”

 Dede; “Ölen insan, sadece mekândan eksilen değil, her bir-imizden de bir şeyler eksiltendir aslında. Ölümüyle birlikte bir şeyler eksiltmekle yeni bir şeyler diriltendir.”

Elhasıl, Mekânın hafızalarını görüp, zamanın mihenk taşlarını okuyup, sûretin ötesinde mâveraya geçerek, uhrevî dirilik’e şahit olanların ölümlerinin ardından bir diriliş gerçekleşir, gönlün dirilişi…

Bahtım Kurt