Carpe Diemizm

Bak zaman-ı mâzi, senin gibi geçmiş olanlara geniş bir kabir olduğu gibi, istikbal zamanı da geniş bir mezaristan olacaktır. Bugün sen iki kabrin arasındasın; artık sen bilirsin.” [1]

Ahsen-i takvim üzere yaratılan insan, Tanrı katındaki bu konumunu, yaptığı hareketlerle -daha doğrusu, kalbindeki niyetle birlikte ortaya çıkan fiilleriyle-  aşağıların en aşağısına çekebiliyor. Modernite insanının, andan zevk alma diye meydana fırlattığı ortalık sözünün, zihinlerde en net karşılığı “nasıl olsa öleceğiz bari eğlenelim” den başka ne olabilir ki! An’dan zevk alma’nın en fazla ileri gittiği menzil, hayvancasına bir yaşam ve modern çağın ürettiği hız sarmalının içerisinde delicesine zevkten başka neydi ki? 

   Ekser insanlara yıllardır “üzümünü ye bağını sorma” diye pompaladıkları pörsümüş cümlenin bir inek, bir köpek, bir karıncanın yaptığı şeyden ne farkı vardı ki? Ve bunu insan olan bir insan kalkıpta “Bir dakika arkadaş! Ben hayvan mıyım ki üzümünü yediğim bağı ve sahibini sormayacağım.”diyemediği apaçık ortada. Kendiliğini yitirmiş, taklitlerde ömrünü kaybeden, kapitalizmin kabında preslenen ve posasının bir çöplüğü dahi hak etmeyecek kadar aşağılanan 21. Yüzyıl insanının kendisini konumlandıracağı ve ordan harekete geçeceği bir mihengi yok değil. Fakat, maalesef ki bu mihengi zamanımız insanı bulamıyor. Düşünmeye vakti yok çünkü. Geçmişinin bir ademden farksız olduğunu düşünen insan, bir gün kendisinin ve sevdiği şeylerin de hiçlik derelerinde yuvarlanacağını düşündüğü bir anda, geleceğinde henüz yokluğu ve elbet geçmiş olup gideceğini, kendisinin bunlara hiçbir şekilde müdahele edemeyeceğini idrak eder etmez, önüne çıkan iki yoldan mecburen birisini seçiyor. Ya aklını çıkarıp atacak ki bu mümkün olmadığı için kendisini sarhoşluğa ve sarhoş edicinahiyelere güdümlüyor ya da yaratıcısını arayış içerisine girip vahiyle muhatabiyet içerisine girecek, ilhamın ışığında iç sesini, vicdanının sesini dinleyerek hakikate ulaşacak, hakikate nüfuz edecek.

Anda var olmakla ân’ı yaşamak arasında güneşle gölge kadar benzerlik bile yok.

An’da var olmak, geçmiş ve gelecek mezaristanları arasında bahşedilen skalada bize ruhundan üfleyen Zât’ın yaratımlarına nâzır olmak, bize nazar eden yaratıcıya hâzır konumda bulunmaktır. Bir dostumun deyimiyle “Hâzıra karşı nâzır olmak, nâzıra karşı hâzır olmak.”an’da var olmaktır. Ân’ı yaşamak denileninde iki yok’a bir üçüncüsünü ekleyip hazır vaktide idam etmektir. Neden, niçin yaşadığının hiçbir şekilde farkında olmadan; nereden gelip, nereye gittiğinin sorgulamasıyla meşgul olmadan zamanını heba etmekle yokluk derelerinde at koşturuyor modernite insanı.

Gerçekten koşturuyor, modelsiz modernitenin kapitalist tasmalı köleleri, bir anlamda da bizler. Çıksak caddelere, birisini kolundan tutup çevirsek ve sorsak “acelen ne, nereye gidiyorsun?” büyük ihtimalle ilk defa böyle bir soru ile karşılaşmanın verdiği afallamayla vereceği cevap “inan bende bilmiyorum.” olması kuvvetle muhtemeldir. Carpe Diemizm’in verdiği sarhoşlukla sadece ne yaptığını değil, ne yapmadığını dahi derk edemiyor, öylesine bir sarhoşluk. İç sesinin “ebed ebed” haykırışlarına kulak kesilirse insan bir an, belki de bu sarhoşluğa bir sille vurabilir. Kulak kesilebilirse tabi!

“Özet olarak söylenirse, açıkçası, ne komünizm, ne kapitalizm, insana, gerçekten, özgür düşünme hakkını, daha doğrusu insana insan olma hakkını tanıyor. Zaten öyle bir düzen kurmuşlar ki, insan düşünmeye fırsat ve zaman bulamıyor. Bulsa da, buna imkân veren bir formasyona sahip değil.” [2]

Tüm bunlar neticesinde “bittik” mi diyeceğiz! Tabi ki de hayır. Komünizmin,kapitalizmin bankaları bir zaman “Dârun Nedve’ idi. Vahyin kuşatıcı ve kucaklayıcı sütünden emen Hz. Muhammed (s.a.v), aydınlandı ve aydınlattı. Tevhidî nazar ile Dâr’ul Erkâm’ı kurdu ve kesilmeyen, bitmek tükenmek bilmeyen o havuzdan bir avuç insanla kana kana içtiler doldular ve taştılar, yaşamlarını hayat kıldılar, hayy kıldılar, Hayy olanla oldular. Tam olarak burda şunu demek isterim, maalesef ki şu an hep bir antitez oluşturma mücadelesi içerisindeyiz. Yani birilerinin oluşturduklarına karşıt bir şeyler üretmek çabasındayız. Bize verilen bu hayat ve yaratılan eflâk birilerine karşıt ya da birileri adına yaşanacak kadar ucuz ve lüzumsuz değil. İslâm aksiyondur,reaksiyon değil. Velev ki karşıt duruşlar olmasaydı da Dâr’ul Erkâm kurulacaktı.

Bizler İslâm’ı hep toplumsallık yönünden ele almakla ferd ile Allah ilişkisini çoğu kez geri plana attık. O ve Ben bağlamında değerlendirmekten biraz uzak kaldık. İçimizdeki komünizmi, kapitalizmi, siyonizmi, Dâr’un Nedve’yi ihmal edip imhâ etmeyip afâka kulaç attık ve boğulduk. Enfüsten nefese doğru yol almaktan gabî kaldık. 1400 yıl önce ene’deki firavniyetin, karuniyetin… yansıması Dâr’un Nedve idi. Şimdi ise bu yansıma siyonizm, kapitalizm… Dolayısıyla işimize ve içimize odaklanmalı, gerçekleri göz ardı etmeden, ân’ı kaybetmeden, geçmişimizi silmeden (yeri gelir temizleyerek), geleneğimizden beslenerek hazır vaktimizi diriltmeli ve geleceğe ruh üflemeliyiz. İllâ Bismillah elde edilmiş ola…

Resul hançer

[1] Mesnevî-i Nuriye, Katre, Hâtime, İkinci Hakikat, s.93

[2] Gün Saati, Günlük Yazılar 4 s. 74-75, Sezai Karakoç

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *