Bir gün, birisi -tepeden bakarak- ayağının dibindeki kabak teveğine sitemkâr ve mağrur bir çıkışla söylenmiş. “Vallahi hayat sana güzel! Tüm gün öylesine dur, yalnızca seyreyle. Semâvâtın o kocaa bulutları da senin hacatlarını tedarik etsin dursun! Toprağın altında, başını göstermeye tenezzül dahi etmeyen nazlı ve nazenin köklerinin taaa ayağına ab-ı hayat gökten servis edilsin. Oh ne âla memleket! “Ben” eşşek başı mıyım da kendimi paralayıp çalışmaktan duramıyorum…
Yaşı genç kendi ihtiyar âcip yahut ârif Kabak teveğini tebessüme getirmiş bu çıkış yahut bu iniş. “Bendenizin reyi” demiş, vâkur bir ses tonuyla. “Bir “lâ” demeye yetti. Kanaatle kabaklıkta kaldım. Telkentin rantından kanter içinde kalmış horoza da geceleri volta atıp racon kesen tilkiye de hasetle bakmadım. Hasret hasletiyle “Lâ” dedim. Daha’yı değil, dur’u bildim. “Lâ” deyip durabildim. Budur benim yolculuğum. Ancak durarak bunca yolu katedebildim…
15.02.2023/İnecik
Osman Büyükmutlu