18. yy. da gerçekleşen Rönesans devrimi ile birlikte adeta dünyada her şey ters-yüz oldu. O güne kadar süregelen insan, kâinat, akıl vb. bütün kavramlar yeniden tanımlandı. Her şeyin merkezine insan alındı. Aydınlanma Hareketi ile zirveye ulaşan bu akımla birlikte, artık her şey insana/insanın beş duyusuna nisbetle anlam kazanır bir hale geldi.
Sanayinin, teknolojinin gelişmesiyle birlikte betonun, demirin, plastiğin çağı başladı. İnsan, adeta bir Tanrı gibi kâinata hükmediyor, her şeyi kendi maddi çıkarı üzerinden beton, çelik, plastik ve dijitalleşme ile sûnileştiriyordu.
Bugünde halen devam eden bu modernist hareketlere rağmen eğer biraz gönlümüzü verebilirsek kâinat, yalnızca maddeden ibaret olmadığını, görüntüsünün ardında bir anlama sahip olduğunu bize haykırıyor.
Bende bu foto-hikâye ile kâinatın sesine kulak vermek istedim ve modern dünyanın sûniliğini yırtarak adeta İstiklal Marşı’mızı canlandıran kâinatın sesini fotoğrafladım.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!

Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;

Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,

“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?



Oğuzhan Erdinç