Doğduk bir yerde, yaşıyoruz bir yerde ve öleceğiz bir yerde. Yer’siz olamayız ve kalamayız. Mekan kuran ve mekan bozandır insan. Kurar ve bozar. İnsanın Varlığında mündemiç olan çok güçlü bir hususiyetidir yurt edinmek. Mesleğini yurt edinir, ailesini/akrabasını/milletini/ülkesini yurt edinir. Tarihi ve Felsefi ideolojileri, Dinleri ve mitolojileri yurt edinir. Yaratılmakla kendisinde içkin olan acziyet ve zaafiyet, var edildiği bu Küre içerisinde gerçekleşen hadisatlar ile de kendisinde korkular meydana getirir ve hem azciyetini ve zaafiyetini gidermek hemde korkularını izale etmek için bir mekan/bir yurt/bir mıntıka edinir. Bu yer sahihtir yahut değildir lâkin bu mıntıka ile Maddi(eman) ve manevi(iman) güvenliğini tesis etmeye çalışır insan. Yurt edindiği yer’den aldığı Maddi ve manevi güvenlik, kendisinde vehmî olarak bir güç telakkisi verir ve bununla içerisinde aşkınsallık meydana gelir. Yahut içerisinde var olan aşkınsallık bu nokta ile açığa çıkar. Kısaca dendikte yer’siz/yurt’suz/mekan’sız/mıntıka’sız duramaz insan. Bir nokta arayışındadır ve Bulduğu-Bulunduğu nokta/mıntıka/yer/yurt kendisine Nazar verir ki aleme-eşyaya-hadisatlara/olay ve olgulara bu Nazar ile bakar. Gelenekte bu durum ‘Nokta-i Nazar’ olarak kavrasallaştırılmıştır ve ‘Manzara’nın’ mahiyetini ‘Nokta-i Nazar’ belirler denilmiştir. Dolayısıyla Manzara ne olursa olsun ‘manzarayı ve mahiyetini’ asıl olarak bu ‘nokta’ belirler.
Bu durumda ‘Nokta’ oldukça kilit bir rol oynuyor burada.
Yahudi’liğin bir noktası vardır, Hristiyanlığın/Zerdüştülüğün/Budizm’in/Hinduizmin/Hümanizmin/Kapitalizmin bir noktası vardır. Müntesiplerine Bu noktadan kaynaklı bir nazar verir ve alemle/Tanrıyla/hadisatla bu nazar ile ilişki kurdurtur. Bu nokta büyük bir örgüdür ve Nasıl ve niçin düşüneceksin(?) nasıl ve niçin yaşayacaksın/oturup kalkacaksın/giyinip kuşanacaksın(?), doğru-yanlış/iyi-kötü/güzel-çirkin nedir(?) bunları öğretir bu örgü yumağı. İslamın da bir noktası vardır ve bu nokta doğrudan doğruya zamandan ve mekandan münezzeh şah damarımızdan yakın olan Allah’tır, Allah’a ve Resul’üne îmandır ve diğer iman esaslarıdır, bütün peygamberlerin da’valarının esası ve madeni/menbaı Lâ ilâhe İllâ Allah’tır. Bu esasların Yekûnu Mü’min olmaklığı tesis ettirir insana ve kendisine/aleme/olaylara ve Allah’a bu müesses tesisten baktırır. Resulullah müşriklere ‘benim dinim bana sizin dininiz size’ demekle Nokta’sını/Yer’ini/Yurt’unu/Mekan’ını/Mıntıkasını sarahaten belli etmişti. Kendisinin ve diğerlerinin nerede durduğunu hem biliyordu hem de bildiriyordu. ‘Ben bu noktadayım ve aleme ve alemde var olan her ne varsa bu noktadan nazar ediyorum…’ hal diliyle demiştir ve hayatıyla bunu mükerreren ispat etmiştir. Hadislerde ‘Mü’minin feraseti’ olarak adlandırılmıştır bu nazar ve ‘ittika edin bu nazardan’ de’yi ikazda bulunmuştur Allah Resulü ve eklemiştir ‘zira mü’min Allah’ın nuruyla bakar.’ Yine bir başka hadiste ‘Müminin sevdiğini Allah’ta sever nefret ettiğinden Allah’ta nefret eder.’ buyurur Allah resulü. İfade çok çarpıcıdır, Allah’ın sevdiğini mümin de sever ve nefret ettiğinden Müminde nefret eder değil, Müminin sevdiğini Allahta sever ve nefret ettiğinden Allahta nefret eder denmekte. Bu durum bulunduğun noktanın kendisi olmak demektir.(Elbette bulunduğun noktanın kendisi olmak Allah mevzu bahis olunca zât itibariyle değil sıfât ve ahlâk itibariyledir. Dolayısıyla Nazar olarak ifade edilen bir nevi bakış açısıdır/perspektiftir.) Hz Ayşe’nin Allah Resulünü tavsif ettiği ‘Onun ahlâkı Kur’an ahlâkıydı.’ cümlesi bu noktada yüksek derecede önem arz eder ki Sûfi gelenek içerisinde metafizikte sıkça zikredilen bir hadisi kudsîde de “Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse, ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye)şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mümin kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem.” (Buhârî, Rikak 38.) buyrulmuştur.
Durduğumuz yer sev’diğimizdir, Sevdiğinin haliyle hallenmek, ahlakını ahlak edinmek, bakışını bakış görüşünü görüş edinmektir. Resulullahın ‘Eşyanın hakikatini olduğu hal üzere görmek istemesi’ Bu nazarı talep etmesindendir, Allah’ın nurunu göz yahut göz’lük edinmek. Dolayısıyla Bulunulan yer bir manada da göz’lük verir insana ve bu göz’lükle hem kendisini hemde etrafını/âlemi göz’lemler. Söz’ümüz özümüzün habercisidir ve g’öz’ümüz özümüzdeki olanın göz’leyicisidir. Ne isek onu göz’leriz ve öz’leriz, ne olmak istiyorsak o’ndan s’öz ederiz. Söz Öz ve Göz arasındaki ayrılmaz üç’lü bağını resmedecek Çarpıcı bir hadise yaşanmıştır 6. Yüzyılda.
Bunu Sultan Mevlana Mesnevisinde aktarır:
Ebu Cehil bir gün Hz. Peygamber (asm) Efendimize dedi ki:
– Haşim oğulları sülalesinde senden daha çirkin suratlı biri gelmemiştir.
Resulullah Efendimiz buyurdu ki:
– Haddini aştın ama yine de doğru söyledin.
Biraz sonra Hz. Ebû Bekir (ra) Peygamber Efendimizin (asm) yanına gelince,
– Ey güneş yüzlü resul! Senden daha güzel, daha parlak bir yüz görmedim, dedi. Resul-i Ekrem Efendimiz bunun üzerine,
– Ey aziz dost, ey değersiz dünya kaydından kurtulan, doğru söyledin, dedi.
Orada bulunanlar,
– Ey Yüce Peygamber! Bu ikisi birbirine zıt şeyler söylediler, sen her ikisine de “Doğru söyledin” buyurdun. Bunun sebebi nedir, diye sordular.
Hz. Peygamber (asm) Efendimiz:
– Ben Allah’ın cilaladığı bir ayna gibiyim, bana bakan kendini görür, buyurdu. (bk. Mevlana, Mesnevi, 1. 2365-2370)
İki kişi var ve ikisi de Resulullaha bakıyor. Manzara aynı. Lakin aynı yerden bakmadıkları için aynı manzarayı bambaşka mahiyette görüyorlar. İnsanın yer’i niyetini-niyeti nazarını-nazarı manzarasını şekillendirir. “Ve keza nazar ile niyet, mahiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalbeder. Evet niyet, âdi bir hareketi ibadete çevirir. Ve gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalbeder. Maddiyata esbab hesabıyla bakılırsa cehalettir. Allah hesabıyla olursa marifet-i İlahiyedir.” (Mesnevî-i Nuriye)
Bediüzzaman iki kavramsallaştırma yapmıştır: birincisi Maddiyata(aleme ve insana) esbab hesabıyla bakmak Kİ buna cehalet der. Diğeri ise Aleme ve insana Allah hesabıyla bakmak Kİ buna da marifeti ilahiye der.
Maddiyata esbab hesabıyla bakanlardan bir örnek zikredecek olursak o da Hz Yusufun kuyu örneğidir. Kardeşleri Yusuf’u kuyuya attıktan bir müddet sonra yol üstünden bir kervan geçer, kervandan birkaç adam su için kuyuya varırlar, Yusuf’u gördüklerinde ‘bu, pek düşük bir fiyat eder…’ derler. Zahir’perestler Yusuf’a bakınca kıymetini takdir edemedikleri gibi Dünyaya bakınca da çok kıymetli zanneylediler. Kafir bakışı eksen kaymasına uğramıştır ve bütün göz kusurlarını manende kendisinde barındırır. Şey’ler ne değilse o’dur onun gözünde.
Halbuki Allah hesabıyla bakmak, bizim ve içerisinde bulunduğumuz durumun hikmetini ve anlamını verir. Yâkûb gibi Yusuf’u Yusuf olarak gösterir ve hakiki kıymeti ekseninde seyrettirir. Bu bakış İlahi birer marifet olup üceltir iken öteki bakış aşağıların aşağısına çeker. Dolayısıyla Allah hesabıyla bakmak Nicelerinin boğulduğu su’larda ayağımızı ıslatmaz. Hadiste «Müminin hayranlık verici bir hali vardır ki, onun her işi hayırdır. Bu hal, Müminden başka hiç kimsede bulunmaz. Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa (musibete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur.» [Sahih Hadis] – [Müslim rivayet etmiştir] – övgüsüyle bahsedilen zümreye dahil eder. Sahili selamet olan İslam, Yunus Peygamber gibi bizi de karanlığın en kesif yerinde Nur’a ulaştırır. Her şeyi ne ise o olarak gösterir kazandırdığı g’öz’lük. Ve yine bu gözlük; Cama elmas kıymeti verdirmez, pireyi deve göstermez. Dünyayı kon’duğumuz ve göçmekte olduğumuz yer olarak telakki ettirir. Kıymeti, olduğu yerde arattırır. Nitekim aradığımızı doğru yerde aramak mühim önem arz eder. Dünya Dünya’dır Ahiret Ahirettir, bunu öğretir.
Hasılı kelam: Her kim hangi yer’den bakarsa onu görür, dolayısıyla kendini görür. Yûsuf, kendisine bakanın kon’duğu yere göre değer biçilendir. Bediüzzamanın ifadesiyle aklı sinek gözü gibi küçücük olanlar Yusuf’u pek az fiyata satar, çünkü kendisinide aynı tartıyla değerlendirir. Lakin aklı küll olanlar Yûsuf’un paha biçilemez olduğunu bilirler. Bu durum Kon’uma bağlı olarak değişkenlik gösterir. Kim’liklerimizi de Kon’duğumuz yer belirler. Kon’duğumuz yer ise Kon’uşmamızı tayin eder. İt’ten bülbül şakıması gelmez. Bizden sâdır olan ne varsa edindiğimiz yurt’tandır. Külhandan da lavanta kokusu yayılmaz.
Resul Hançer