Neden yazmalı?
İçimde, olup bitenin peçesini kaldırıp da yüzünü görmeye/göstermeye çalışmak niye?
Şiddetli fakat bir yandan da temkinli içimde, olan biteni yazmak meyli doğuyor ansızın.
Şehâdet aleminin şartlarına henüz yabancı olan bu yenidoğanın, yetişmesine vesile olurken temele alınması gereken pedagojik düstur pek tabii ki fıtrî olmak ve bu emanete arîzi olanları bulaştırmadan ümmîliğini korumak.
İçimde olanın keşfine ancak bu yolla çıkabileceğim.
Yazmak meyli serpilip de ilk adımlarını attıkça içimin başka bir fotoğrafını çekebileceğim. Karşılaştığım her manzaranın beni O’na götürmesini umuyorum.
Mağaravarî bir dehlizi andıran içimde, yolculuk ederken bazen ayaklarıma cam kırıklarının battığına da şahit olabilirim. Düşününce bu, mümkün olduğunca görmek istemeyeceğim manzaralardan biri olur diyorum.
Yo, hayır! Bu sahneyi geçelim, beni kan tutar, dayanamam, bakamam… Bahanelerini öne sürüyorum başta.
Ama sonra kabul ediyorum. Yazmakla ulaşılacak gayelerden biri de içimde aşırıya kaçmaktan sebep kanayan yerleri tespit etmek sonra yaralarını sarmak, elem çekip ağlamaktan bitap düşmüşlerin ellerinden tutup onları yolu en güzel yürüyenin tarif ettiği sırat-ı müstakim sınırlarına taşımak.
Yolda ne durumda olduğumu görmem gerek.
İçimin içini tanımam gerek.
Düştüğü yerden bir anda kaldıramıyorsam da kalkabilene kadar benim de yanına yatmam gerek. Unutup da karanlıkta kaldığı yerde nuru hatırlatmam gerek.
Yolu, yolculuğu, rehberi, pusulayı anlatmam gerek.
O’na bakan yüzünü görmedeki saadeti tattırmam gerek.
‘’Hiç’’ten içe içe, ‘’ben’’im de yolda erimem gerek.
İçten içe geçtikçe ‘’hiç’’ olmam gerek. Velhasıl yazmam gerek.
‘’Çağır Yunus’um çağır Tur’da Musa ile
Kendi yolunda Hızır ile çağır Hz.İsa içte
Hz.Musa içte
Peygamber Efendimiz (asm) içte Bu yol içten içe
Hiç’ten içe içe’’
Mine Katırcı